14 Mayıs 2021 Cuma

Dip

Koca bir boşluktur kalkar kalkmaz yıkadığı sabahları.

Kaldırıp kafasını baktığında göremediği yansıması

Yanılsımasıdır hayatındaki en büyük anlamın.

Sayılı günü bir şekilde, sayısız gününü acı içinde geçirip

Uçma hissi için atlayıverir bulduğu ilk boşluktan.

Sarılıverir şaha, 

Yenilir meranına.

Ne demiş çakılmakta olan çiçek,

Ey yurdum! 

Doğurursun hep uçurum.

Büyük Saat 5:48 

Dikey insansoyu yatay koşuyor.

Kurut saçlarını ayaz çarpıyor kararmış diplerin uçlarından akıyor.


Devamını Oku »

23 Nisan 2021 Cuma

Bir Birim Ahmet

BİR BİRİM AHMET

Erdem Taşkıran

std.cave@outlook.com



FADE-IN

İÇ.GÜN.AHMET’İN MUTFAĞI

LOŞ VE DAĞINIK MUTFAK.

Ekrana henüz bir görüntü gelmeden suyun kaynama sesi duyulur. Kirli, elektrikli ocak üstünde küçük bir tencerenin içinde tek bir yumurtanın haşlandığı görülür. Yumurtanın çatlaklarından akan yumurta akı suyun içinde haşlanmıştır. Analog bir zamanlayıcının uzun süren rahatsız edici sesi ile sahne biter.

CUT

CUT

İÇ.GÜN.AHMET’İN ODASI

HAVA ÇOK AYDINLIK OLMAMASINA RAĞMEN İÇERİ GİREN IŞIK ODAYI YETERİ KADAR AYDINLATMAKTADIR. ODA O KADAR KÜÇÜKTÜR Kİ HERHANGİ BİR EKSTRA DAĞINIKLIK OLDUKÇA BÜYÜK BİR SORUN HALİNE GELEBİLMEKTEDİR.

 

Ahmet’in küçük odasının perdeleri bir anda açılır. İçerden televizyon sesi gelse de anlaşılacak kadar yüksek değildir. Ahmet sadece iç çamaşırıyla uykulu bir halde camını açar.

CUT

CUT

İÇ.GÜN.AHMET’İN SALONU

EVİN EN BÜYÜK YERİ OLAN ANCAK NORMAL SALONLARA GÖRE ÇOK KÜÇÜK SAYILAN SALON DİĞER ODALARA NİSPETEN DAHA AYDINLIKTIR. SALONUN ORTASINDA BULUNAN MASADA BİR BOŞ TABAK, BAYATLAMAYA YÜZ TUTMUİ BİR EKMEK, BİRAZ PEYNİR VE ZEYTİN BULUNMAKTADIR. SES OLSUN DİYE AÇILDIĞI BELLİ ESKİ MODEL TELEVİZYONDA ÇEKEN TEK KANALLARDAN BİRİ OLAN HABER KANALI AÇIKTIR.

 

Elinde tencereyle salona giren Ahmet tencereyi masanın üstüne bırakır. Haşladığı yumurtasının kabuklarını tenceredeki suyun içine soyar. Haberlerde piyasalarda yaşanan çalkantılara, son zamanlarda yaşanan krizlere, hava durumuna dair şeyler belli belirsiz duyulur.

SPİKER

... son zamanlarda yaşanan çalkantılar piyasaları oldukça sarstı.

Ahmet’in küçük kahvaltısına başlaması ve bitirmesi neredeyse bir olur.

SPİKER

... geçtiğimiz yıllardan beri zorlanan ekonomimizde işverenlerin müşkül durumu, halka da oldukça sert bir ¸şekilde yansımakta...

Kalkar. Masayı olduğu gibi bırakır. Televizyonu kapatmaya yönelir.

SPİKER

... hava bugün güneşli ve 24 derece dolaylarında seyredecek.

Televizyonu kapatır. Televizyon kapanırken çok kısa bir an ekranda güncel döviz kurlarının olduğu kösede "Ahmet 15.90" ibaresi görünür.

CUT

CUT

İÇ.GÜN.AHMET’İN ODASI

Ahmet dolabının kapağını açar. Dolabından gün içinde giyeceği kıyafeti seçmeye çalışır. Önce siyah bir pantolon çıkarıp yatağının üstüne serer. Daha sonra aldığı siyah tişörtü beğenmez ve başka bir siyah tişört ile değiştirir. Çorap çekmecesinden bir çorap alır ve önce çoraplarını giyer. Çoraplarını giymesiyle sağ çorabının baş parmağının delik olduğunu görür. Çorabı çıkarıp odanın kösesine doğru fırlatır. Dünden kalma dağınıklık yığınının içinden giyilmiş çorabını bulur ve onu giyer. Çoraplarının farklı olmasından rahatsız olsa da buna ayıracak zamanı olmadığını farkeder. O esnada dolabının aynasından yansıyan görüntüde çorapların ikisinin de aynı renk olduğu görünür ancak Ahmet’in gözünden bakıldığında çoraplar farklı renktedir. Masasının üstündeki notları derme çatma bir şekilde düzenleyerek çantasına koyar ve odadan ayrılır.

CUT

CUT

DIŞ.GÜN.AHMET’İN SOKAĞI

SOKAK TEK BİR ARABANIN SIĞABİLECEĞİ KADAR DAR, SIKIŞIK VE ESKİ BİNALARIN OLDUĞU, ORTA HALLİ İNSANLARIN YAŞADIĞI APARTMANLARIN ÖNÜNDEKİ ARAÇLARDAN DA ANLAŞILABİLECEK BİR SOKAKTIR.

Apartman kapısı ekrana gelir. Ahmet kapıdan çıkar. Kıyafetleri, çorapları, ayakkabıları ve çantası ile simsiyahtır. Sonrasında sokaktan aşağıya doğru yürümeye başlar. Sokağın sonuna kadar inerken jenerik akar.

CUT

CUT

DIŞ.GÜN.CADDE

AHMET’İN OTURDUĞU SEMTTEKİ EN İŞLEK CADDE, ŞEHRİN GÖZDE YERLERİNE GÖRE OLDUKÇA KÜÇÜK ANCAK KISMEN YOĞUN SAYILABİLMEKTEDİR. CADDEDE GIDIM GIDIM İLERLEYEN TRAFİKTE PEŞ PEŞE ARABALAR VARDIR. ARABALARIN HAREKETİNİ SAĞLAYAN SİMSİYAH GİYİMLİ İNSANLAR KÜMELER HALİNDE ARABALARI İTMEKTEDİR. PEŞ PEŞE DURAN ARABALARIN FİYATI ARTTIKÇA ONLARI İTEN KİŞİ SAYISI DA ARTMAKTADIR. SIKIŞIKLIĞA SEBEP OLAN ARACI TEK KİŞİ ZAR ZOR İTMEYE ÇALIŞMAKTADIR. ARABA DİĞERLERİNE GÖRE OLDUKÇA DÜŞÜK BİR MODELDİR.

 

Düşük model araçtan bir anda dumanlar yükselmeye baslar. Onu iten kişi bir anda itmeyi bırakır. Yavaşça arabanın etrafından uzaklaşarak gözden kaybolur. Arkasında bekleyen tahammülsüz kalabalıktan korna sesleri yükselir. Arabaları iten kişiler ellerindeki havalı kornaları sürekli bir şekilde çalar.

CUT

CUT

DIŞ.GÜN.AHMET’İN SOKAĞI

AHMET’İN SOKAĞI TAM DA TRAFİĞİN SIKIŞTIĞI KÖŞEDEN CADDEYE BAĞLANMAKTADIR.

Sokağından aşağıya inen Ahmet gürültüleri uzaktan duymaya başlar. Köşeyi döndüğü esnada kulak patlatan korna seslerine aldırış etmeden trafiğin akan yönüne doğru yürümeye devam eder. Sesler uzaklaşır. Sesler tamamen bittikten sonra karsıya geçer. Mehmet Market tabelası görünür. Ahmet içeri girer.

CUT

CUT

İÇ.GÜN.MEHMET MARKET

MAHALLE BAKKALINDAN HALLİCE SONRADAN DEVŞİRİLMİŞ BİR MARKETTİR. İÇERİSİ HİÇ MODERN BİR DÜZENE SAHİP OLMASA DA BARKOD OKUTMALI BİR KASA VE BİR TÜP MARKASINA AİT ŞİŞME YELEĞİ OLAN BİR KASİYER BULUNMAKTADIR. BİNBİR ÇEŞİT ÜRÜN BULUNAN MARKETTE HIRDAVAT REYONUNDAN MANAVA KADAR HER ŞEY BULUNABİLMEKTEDİR.

İçeri giren Ahmet’i gören market sahibi kollarını açar ve Ahmet’i karşılar.

MEHMET

Oooo! Ahmed’im! Hoşgeldin! (Büyük bir coşku ve sevgiyle)

Ahmet tam cevap vermeye yeltenecekken içeri varlıklı olduğu giyiminden hemen anlaşılan bir kadın girer ve Ahmet’i elinin tersiyle hafifçe iterek kasaya ilerler.

Kadının arkasından onu takip eden simsiyah takım elbiseler içinde güneş gözlükleriyle duran koruma kılıklı ve ifadesiz 4 kişi de onu takip eder.

Mehmet bir anda Ahmet’i unutarak gergin bir şekilde giren kişiyi karşılar.

MEHMET

Zümrüt Hanım, hoşgeldiniz. Her zamankinden veriyorum? (Oldukça kibar)

Zümrüt Hanım umursamaz ve küçümser bir tavırla başıyla onaylar. Arkasına bakmadan iki parmağı ile korumalarına yönlendirme işareti yapar. Emri alan korumalardan en yakın olanı bir asker edasıyla Mehmet’in yanına geçer ve dikilir.

MEHMET

Bozuk yok muydu? (Kaygılı ve çekingen)

Zümrüt Hanım bu soruyu duymamış gibi bir tavır içindedir. Bunu gören Mehmet dükkânın girişini temizleyen küçük çocuğa bağırır.

MEHMET

Oğlum! Koş bunu bozdur gel.

Küçük çocuk ona seslenildiğinde koşarak içeri girer. Dikilen korumanın elinden tutar. Korumayı onunla gelmesi için çekiştirir. Koruma ifadesiz bir şekilde onu takip eder. Mehmet mahcup bir ifadeyle Ahmet’e döner ve özür dilercesine bir harekette bulunur. Ahmet de gayet sakin ve anlayışlı bir şekilde sorun değil işareti yapar. Oluşan sessizlikten faydalanan Ahmet söze girer.

AHMET

Mehmet Abi... (Çekinerek) Benim şu defteri haftaya kapatsak...

Ahmet teklifinin sonlarına doğru göz temasından kaçınıp utanmış bir şekilde bakışlarını yere diker. Durumu gören Mehmet babacan bir ifadeyle karşılık verir.

MEHMET

Hiç önemi yok paşam. Sen ne zaman rahatlarsan o zaman kaparız. Ondan mı geldin sen?

Ahmet başıyla onaylar.

MEHMET

Tamam tamam... Hadi sen var git işine gücüne bak.

Zümrüt Hanım durumdan oldukça sıkılmış bir ifadeyle dükkânın diğer kısımlarına yönelir.

AHMET

Abi çok... Çok teşekkür ederim.

(Mahcup ve minnettar)

Ahmet dükkândan çıkarken küçük çocuk yanında simsiyah giyimli iki küçük çocuk ve bir genç ile dükkâna girer.

ÇOCUK 

Geldik baba!

CUT

CUT

DIŞ.GÜN.CADDE/OTOBÜS DURAĞI

Ahmet dükkândan çıkar çıkmaz saatini kontrol eder. Marketin karsısında bulunan otobüs durağına otobüsün geldiğini görünce koşmaya başlar. Kalabalık durakta bekleyenlerden bazıları otobüse binerler. Ahmet son anda otobüse yetişir ancak otobüse binmek yerine, otobüsü itmeye başlar. Bunu yapan tek kişi değildir. Ondan sonra da gelip onun yanında otobüsü iten simsiyah giyimli birkaç insan belirir. Otobüsü iten gençlerden biri Ahmet’e seslenir.

GENÇ

Affedersiniz, müzeden geçiyor mu?

AHMET

Geçer. (Senkron bir şekilde başıyla onaylar)

Ahmet bir yandan otobüsü iterken bir yandan da cüzdanını çıkarmaya çalışır. Tek eliyle tuttuğu cüzdanından kimliğini çıkarır. Hemen önünde otobüsü iten kişiye uzatır.

AHMET

Şuradan bir öğrenci uzatır mısınız?

Önündeki kişi hiçbir şey demeden kartı alıp bir önündekine uzatır. Otobüsün içi görünür. Otobüsün içinde sadece yaşlı insanlar bulunur. Ahmet’in kimliği ona döner ve ilk durakta otobüsü itmeyi bırakır. Otobüsü bıraktığı durak okulunun durağıdır. Kalabalık bir topluluğun giriş çıkış yaptığı üniversitenin girişine yönelir.

CUT

CUT

DIŞ.GÜN.ÜNİVERSİTE/NİZAMİYE

KOZMOPOLİT BİR VAKIF ÜNİVERSİTESİ GİRİŞİDİR. NİZAMİYENİN ÖNÜNDE SİMSİYAH GİYİMLİ KİŞİILER TARAFINDAN HAREKET ETTİRİLEN LÜKS SPOR ARABALARIYLA, BİSİKLETLERİYLE VE YAYAN OLARAK OKULA GİRİŞ YAPAN ÖĞGRENCİLER GÖRÜNMEKTEDİR.

 

Kalabalığın içinden geçen Ahmet de kimliğini göstererek okula girer. Kafasını kaldırmadan yürüyerek kütüphane binasına doğru ilerler. İçeri girer.

CUT

CUT

İÇ.GÜN.KÜTÜPHANE GİRİŞ

ÜÇ KATLI VE ÇOK BÜYÜK BİR KÜTÜPHANEDİR. GİRİŞ KATINDA KÜTÜPHANE GÖREVLİLERİNİN BULUNDUĞU BİR VEZNE VARDIR. VEZNENİN KARŞISINDA MERDİVEN BOŞLUĞU VE HEMEN MERDİVENLERİN BAŞLANGICINDA İSE ASANSÖR BULUNMAKTADIR.

Ahmet içeri girer. Asansörün yanındaki duvarda asılı olan arızalı yazısını görüp karsısındaki merdivenlere yönelir. Asansörün içinden normal giyimli birkaç kişi iner ve kahkahalar atarak kütüphanenin çıkısına doğru yönelirler. Ahmet yorgunluktan merdivenleri sendeleyerek çıkar.

CUT

CUT

İÇ.GÜN.KÜTÜPHANE BİRİNCİ KAT

BİRİNCİ KATTAKİ HERKES SİMSİYAH GİYİNMİŞ HARIL HARIL DERS ÇALIŞMAKTADIR. ÜST KATTAN GELEN YOĞUN UĞULTUNUN ARASINDAN YER YER KAHKAHA SESLERİ YÜKSELMEKTEDİR.

Ahmet birinci katta, ilk bulduğu boş masaya çantasını savurur. Kendini sandalyeye yıkılırmışçasına bırakır. Kafasını çantasına gömer. Ekran uzun bir süre kararır. Uğultular giderek azalır. Uğultuların bittiği anda Ahmet birden gözlerini açar. Kafasını panikle kaldırır.

Çantasının izi yüzüne geçmiştir. Etrafındaki herkes gündelik normal giyimleriyle çalışmalarını sürdürür.

 

(SON)

Devamını Oku »

17 Nisan 2021 Cumartesi

Kaçın

Mağara benim istediğimde dönerim.
Alegoriniz sizin olsun gölgenizde boğulun.
Ateştendir ziftiniz okyanusla geliyorum.
Kaçın.
Neptün’ü boğmaya geliyorum.
Nietzsche’yi ağlatmaya,
Tapınağınızı yıkmaya.
Kaçın.
Hermes'ten kanatlarımı alıyorum.
Hipokrat'ınızın riyasından,
Rüyanızın tam ortasından.
Kaçın.
Sizi size göstermeye geliyorum.
Döküldüğünüz kalıpları alaşağı,
Bakır güğümlerinizi bronz etmeye.
Kaçın.
Nikel kahramanlarınızı kalaylıyorum.
Size gümüş tabutlar işlemeye,
Tapındığınız putlarınızı gömmeye geliyorum.
Kaçın.
Lapacılar!
Pirinçlerinizi parlatıyorum.
Size Midas’ı getiriyorum.
Tuttuğunuzu altın kılıyorum.
Kaçın.

Devamını Oku »

8 Mart 2021 Pazartesi

Gelincik

Biraz dursun istiyorum her şey.
Böyle biraz duralım,
Birkaç yüzyıl kadar.
Ne uyanık olalım istiyorum ne uykulu.
Tam bir sarhoşluk hali anlayacağın.
Gözlerin gözlerimde dursun istiyorum.
Bırakalım sözleri, sözler hep oldular.
Tutulsun istiyorum, tüm zamanlar.
Ne ay tutulması, ne güneş...
Nutkumuz tutulsun istiyorum.
Senden beni anlamanı beklemiyorum.
Anlayacağını biliyorum.
Kıpkırmızı bir gelincik çiçeğisin sen.
Ne kokunu sevebilirim ne anlamını.
Ne saksıya sığarsın ne şu çorak bendime.
Ne dokunabilirim yapraklarına ne suyum yeter seni korumaya.
Sen özgür kırlarda açarsın.
Ben ancak özgürlüğü düşlerim.
Olsun...
Beni seni toprağından da severim.
Devamını Oku »

4 Mart 2021 Perşembe

Daidalos

Bugün barış güvercinleriyle doluydu yollar,
Kuştüyü yastık sokaklar.
Zeytini de kırmışlar...
Kimsenin umurunda değildi.
Ağladım biraz, bağırdım.
Sesimi duyuramadım.
Birkaç beyaz kuş kalmış geride,
Onlara da zorla takla atmasını öğretmişler.
Balmumundan mühürler,
Bize neyi öğütler?
Baba ben İkarus,
Özgürlükler düşünde.
İrtifa kaybettim,
Öldüm.
Ben İkarus.
Güneşe kapıldım,
Öldüm.
Bugün ben İkarus,
Kanatlarının peşinde.
Bugün ben İkarus,
Özgürlükler düşünde.
Devamını Oku »

3 Mart 2021 Çarşamba

Orkinos

Şöyle bir hafiflik hissi.
İnceden bir bahar rüzgarı.
İnsan biraz sessizce konuşmalı.
Durup düşünmeli örneğin,
Bir orkinosun öyküsünü.
Şöyle hafifçe dokunmalı insan,
Büyük devinimlerden kaçınmalı.
Bir konserve yavaşça açılmalı!
Naifçe...
Dünlerden bir dün,
Çocuktum.
Boğuştum.
Açtım zorla kendi kapağımı.
Tiftik tiftik kanadım.
Tüme de varamadım.
Ne orkinos olabildim yeniden ne de kendi yağımda kavrulabildim.
İstifa ettim sayın efendim,
Balıklıktan yoruldum.
Devamını Oku »

15 Aralık 2020 Salı

Nakşıka

Nasıl buyurmuştu Zerdüşt?
Kulaç attıkça patiska çarşaflar gibi yırtılan
Uluslararası sulardan alınmış
Ve cam bir kavanoza hapsedilmiş
Hayvanat bahçesinde sergilenen derya mıdır o?
Kaldırma kuvveti belimizi bükmüş.
Yine de fişlenmişiz.
Küçücük kavanozun üstünde,
Koca bir etiket.
Okyanus.
Okyanusluğu mu kalmıştı?
Karasal iklimde yirmi bin fersah yol almış
Medcezirler yerine bolca çalkalanmış
Kıtasal iklimdeki sahanlıkları unutulmuş.
Büyüyünce ne olacaktı?
Önce denize dökülseydi bari.
Ya bırakın aldığınız yere, bin damladan biri olsun
Ya da bırakın yok olsun.
Bir şekilde ait olacaktır.
En azından bulunduğu kabın şeklini almamış olacaktır.
En azından bir kaba zorlanmamış olacaktır.
Bir göl ne kadar onursuzdur.

Devamını Oku »

12 Aralık 2020 Cumartesi

Rutin

     Yoğun geçen haftanın sonunda evine dönebileceği için mutluydu. Fazla kayıp verilmişti, deformasyonunu bile aşabilmişti bu silsile. Durup düşünmeye zamanı bile olmamıştı. Sokağına girdi. Haddinden fazla karanlıktı, üşümüştü. Dairesinin girişindeki çöpler alınmamış olduğu için söylendi. İçeri girdi, kapısını kilitledi. Üstündekileri çıkarıp kendini yatağa attı.

    Sabah zor da olsa kalktı titiz bir şekilde kahvaltısını hazırladı. Günlerdir yüzüne bakamadığı kitabını açtı kaldığı yeri anımsayamadığı için son bölümü baştan okudu. Birkaç ihtiyacını gidermek üzere dışarı çıktı. Mağazadan çıkmak üzereyken son dört gündür sürekli duyduğu şey gözüne çarpmıştı saçma olduğunu düşünse de onu da aldı. Merkeze girmeyeli uzun zaman olmuş olacaktı ki yadırgadı. Kapanmasına üzüldüğü yerler, düzeni değişen kaldırımlar pek de hoşuna gitmedi. Birkaç arkadaşına ulaşamadığı için onları da sonraki haftalara ertelemiş oldu. Eve döndü. Kıyafetlerini ütüledi alelade bir film izledi. Uyumadan kitabını bitirmeyi hedefledi ancak başarılı olamadan uykuya daldı. Pek de huzurlu uyuyamadığı gecenin sabahında dinlenememiş olduğunu fark etti. Hazırlandı. Kahvaltısına özen göstermedi. İlk otobüsü kaçırdığı için beklemek yerine yürümeyi tercih etti. Yürürken gece gördüğü kötü rüyaları anımsamaya çalıştı, olmadı. Hayıflandığı sırada otobüsü yanından geçti bir an afallasa da peşinden koşup yakalayabildi.

    Yaptığı işi sevse de çalıştığı yeri pek sevememiş 6 ay geçmesine rağmen pek de kimseyle yakınlık kuramamıştı. Giriş yaptıktan sonra umursamaz hoşgeldinleri samimiyetsiz bir şekilde karşıladı. Rutinine başlamak üzere hazırlandı. Çantasından dün aldığı şeyi çıkardı önlüğünün cebine koydu. Rutinin ilk sırasında lazım olacaktı. İlk odaya girdi, kontrollerini tamamladı. Cebinden çıkardığı kalemi başucuna bıraktı ve ayrıldı.

Devamını Oku »

10 Aralık 2020 Perşembe

“Keçeli Kalem”

    Hayatı birkaç cümleyle izah edilecek kadar basit olsa da dağarcığında bulunmayan kelimelere karşı öfkeliydi. Hem onları tanımıyordu bile. Öfkesinin yerli ya da yersiz olduğu ancak tanışma şerefine mazhar olunduğunda ortaya çıkacaktı ki bir önemi de yoktu. 

    Kabullenişinden itibaren yükü oldukça hafiflemişti bunu hissediyordu. Yapılacaklar listesini, adres ve telefon listesini, gelir – gider listesini, yoklama listesini, işe giriş – çıkış listesini, acil durum hazırlık seti listesini, öğün listesini, konuk listesini hatta alışveriş listesini bile boş vermişti. Listeleri sevmiyordu artık. Gündelik işleri için birkaç kişiyle görüşse de onları da sevmemişti. Bir kere kabul etmişti artık sevmemek kolaydı. Bir süre canı ne isterse onu yapmak istedi. Yoldaki su birikintilerine atladı, gürültü yaptı hiç görmediği yerlere uzattı kafasını sonra yoruldu. Canının her istediğini yapabilecek koşullarının olmadığını fark etti. Sevmediği listeler listesini çıkarmak zorunda kaldı. Bu o kadar yaraladı ki onu ödeyeceği bir diyet olduğunun farkına vardı. Sonra çözüm aramaya koyuldu. Bulamadı. En sonunda sevmediği listeler listesinden çıkarmış olduğu ve yine sevmediği listenin sevmediği maddelerini vadeledi. Çok da üstüne düşmedi ama. İki kategoride inceledi onları; kısalar ve uzunlar. Bu faşizan yaklaşımı karşısında zihnini uyuşturması gerekti. Gereklilikleri sevmemesine rağmen bunu başarabilmişti. Kısa vadelerin gelişme çağında birden boy atabileceğini bir gecede neredeyse 17 santimetre kadar uzayabileceklerini tahayyül edememişti. Dönüşen şehrin ortasında güdük kalan en kısa vadeye dönüşmüş buldu kendini. Listeler listesini tekrar çıkarmak zorunda kaldı olduğu yerden. Sonra yarım kalmış işler listesini sonra hiç başlanmamış işler listesini sonra hiç bitirilemeyecek işler listesini sonra da bitirilebilecek işler listesini çıkardı. Dikkatini toplayabildiği ilk anda bir madde gözüne çarptı. Keçeli kalemiyle çizdi üstünü sonra birden bir madde daha gördü. Hemen onu da çizdi. Bu şekilde beş altı maddenin daha üstünü çizdi. Kimini tamamladı, kiminden vazgeçti, kiminin yanına önem arz ettiği için bir yıldız koydu, kimilerine küçük ama birden fazla yıldız koydu, kimilerine daha büyük yıldızlar koydu. Sonunda yeni bir madde yazmak istedi. Keçenin yüzeye sürtmesi ile çıkan sesten rahatsız oldu. Mürekkep bitmişti. Listelerine göz attı. Yazmak istediği şeyi yazamadığı için ihtiyaç duyduğu şeyi yazmak üzere bulduğu alışveriş listesine tek bir maddeyle keçeli kalem yazmak istedi ancak bunu yapamayacağını fark etmesi onu daha da üzdü. Aklında tek bir keçeli kalemi tutacak kadar bile yer olmadığını düşünüyor kendine güvenmiyordu. Ama yine de denedi. Kapıyı açtı “keçeli kalem”, merdivenleri inerken her katta “keçeli kalem”, apartman kapısı “keçeli kalem”. Sokağa adımını attı “keçeli kalem”. Karşıdan karşıya “keçeli kalem!!!” geçemedi.

Devamını Oku »

5 Aralık 2020 Cumartesi

Parçacık

    Anımsamak bir çocuğun ilk adımlarını, 

Duyumsamak dokunu. 

Bin kokudan bulabilmek seni. 

Binbir geceden, binbir uykudan uyanmak. 

Sarılmak. 

Sarılmış sarmalanmış rafa kaldırılmış ne varsa dökmek. 

Dökülmek. 

Başımı yasladığımda sana, 

Bükülüyor zaman. 

Misyonunu tamamlamış bir parçacık yörüngesini buluyor. 

Ateş kesilmek bilmiyor çatışmalarım. 

İnsanın bir kulağı ötekini nasıl kıskanırdı? 

Kişi ellerini ayırt eder mi hiç? 

Eller birbiriyle yarışır mı dokunmak için. 

Kalbiniz… 

Kâinatın eşsiz melodisi, 

Varoluşun ritmidir.

Devamını Oku »

25 Ağustos 2020 Salı

Olsun


Gün olsun devran olsun.

An gelsin eyvah olsun.

İnsan bu olur ya pişman olsun.

Göte vuran gurur olsun.

İskelet olmaz ya omurga olsun.

Sanatta tezat olsun.

Kalemin yoksa silgin olsun.

Sen resim yapmak iste adı sanat olsun.

Aç kalınır yediğimiz tokat olsun.

Cana olmasın mala olsun.

Hak yerini bulsun.

Varsa bir hakkım, varsın o da yok olsun.

Devamını Oku »

20 Temmuz 2020 Pazartesi

Tahrib-i İnsanat


    19 yaşımda binbir emek harcayıp kurduğum -ki asla tevazu göstermeyeceğim- İnsanatlar topluluğunu dağıtma kararı alıp -hatta sadece ayrılma kararı aldıktan sonra dağılacaklarını belirtmişlerdi- üzerine yazdığım ve de kendimi açıkladığım yazı.

    Şöyle dönüp de bir bakıyorum üzerinden 5 yıl geçmiş çeşitli işler ve sorumluluklar edinmiş, pişmiş bir haldeyken enteresan buluyorum.
Bu öyle paylaştığınız türden yazılara benzemeyecek. İş bu yazı, bu yazının anahtarını bilenler için geçerli olacak ve bu sizin bildiğiniz yazılardan da olmayacak. Sizlerle çok uzun zamandan beri arkadaşlık yapmış olan benim bu çabamın sonuna ulaşmış olduğumun da bir ilanı olarak okumakta olacaksınız bu yazıyı. İşlerin bu noktaya gelmesinde eğer ki birtakım sorumlular aranacak ise bu sorumlular tabi ki de siz olmayacaksınız. Siz her şeyin farkında olan, her şeyin teorik bilincine varan, her hareketi mantıksal düzlemlerde eleştirebilen ve farkına varan insanlar olarak asla ve de kat'a bu role bürünmeyeceksiniz. Sizler yaptığı hataların farkına varan, kendisinden önce başkasını eleştirmeyen, kendini tanıyan ve de bilen, kendi iç hudutlarının en içlerinde kaybolan, içinde beliren her toz zerresinin üzerinde duran, asla kibirli hareket etmeyen, böbürlenip de boş konuşmayan, insanlara yukardan bakmayan, arkadaşlığın yeryüzündeki tanımını oluşturan, dostluğun her noktasını ayrı ayrı makalelerle uluslararası arenalara taşıyabilecek düzeyde olan, üşenmeyen, erinmeyen, vazgeçmeyen, pes etmeyen, boş durmayan, üreten, düşünen, hareket eden, öğrenen, yeniliklere açık olan, hayatlarını anlamlandırdığı gibi başkalarının da hayatlarını anlamlandıran, öğreten, düşündüren, fedakarlık yapan, çabalayan, gerekirse iyilik için kötülük yapan, vefalı, hayırlı, sorgucu, sualci, dolu dolu bireyler olarak tabi ki de bu rolle alakanız olmayacak. Sizler her şeyin en güzelini hak edenler, sizler kurduğu"muz" kavramın birincileri, sizler kurduğu"muz" sistemin koruyucu ve gözeticileri, sizler fedakar, sizler cefakar olan sizler tabi ki de bu saçma sapan durumlarla bir alakanız olmayacak. Ben burada yükümlülüğü kabul ederek ta en başından yaptığım hatanın farkına vararak bu rolü üstlenir ve de sizi bu teorik versus pratik çatışmanızdan kurtarır sizin asla ve de yine ama yine kat'a kötü bir role düşmenize izin vermem. Sizin de alışkın olup asla suistimal etmediğiniz gibi, hep kıymet bilip hep beni gözettiğiniz gibi ben de sizi son bir kez gözeteceğim çünkü sizler benim elimden gelenin en iyisini hak edenlerdiniz ya öyle demiştik hani. Ve asla yazık değil çocuklar. Asla ve de yine ama yine ama yine kat'a kesinlikle emeklerime, çabalarıma hiçbir şeyime yazık değil. Bana yazık değil, eve yazık değil, kavrama yazık değil, anlama yazık değil. Hiç olur mu zaten? Aramızda hiç lafı olur mu? Ne demek canım. Birileri birilerinin anasını belleyecekmiş... Hiç yazık olur mu lan delirmeyin ! Lafı olur mu hiç? Benden bu kadar. Sizden ne kadar olduğu da umrumda bile değil. Çünkü dışardaki milyonlarca iyiliği "hak etmeyen" insanlardan biri olduğumu da düşünürsem...Bu ayrılık işten olmazdı...
Devamını Oku »

4 Temmuz 2020 Cumartesi

Yirmi

Yirminci yılımdayım.
Sanırım ortalamanın üstünde bir hayat sürdüm.
En azından çocukken ölmedim.
Potansiyelim de kalbur üstü sayılabilir.
Önüm belli zümrelerce açıkmış, öyle söylediler.
Ben bir garibim.
Bunu pek duymasam da biliyorum.
Ben fazlasıyla bir garibim.
Daha çekirdek kabuğunu doldurmadan güzel şeylere vesile oldum.
Vesile olmadan önce insan oldum.
Gayri ihtiyarı ihtiyatlarım oldu.
İhtiyarladım.
Elimde kalan tek şey ise bir tutam saç parçası ve akılsız bir robot.
Kansız.
Cansız.
Metalik.
Henüz yirmi yaşımdayım.
Herkes gibi sonumu bekliyorum.
Ama boş da durmuyorum ha.
Yanlış anlaşılmak istemem.
Sadece yaptıklarımı dolduramıyorum.
Fazla da büyütmemek lazımmış olayları.
Büyütüldükçe durumlar bir sabah müthiş bir ağrıyla uyandırıverirmiş
Tıpkı Gregor gibi.
Kafka büyük adammış.
Merak ederim hep.
Ama yine de büyütmemek lazım.
Kafka da ezilmiştir çünkü.
Kafka da ölmüştür.
Henüz yirmi yaşımdayım.
Bir Kafka değilim farkındayım.
Ama ben de ölebilirim.
Öleceğim de...
Devamını Oku »

10 Haziran 2020 Çarşamba

Otopsi

İnsan
bir an
bir zaman
bir yoktan
bunmuş
bunalmış olsa ki
bir hokka dolusu mürekkep yutmuş
otopsi raporunda da şiir çıkmış.

 Aralık 2016
Devamını Oku »

26 Nisan 2020 Pazar

İlk

Bir şey var bu baharda… 
Sanıyorum ki yaratıldık bu zamanlarda ya da öleceğiz. 
Bu her seferinde ilkmiş gibi sanki, 
Her mevsimden bağımsız gibi. 
Mevsimlerin en eğlenceli olan, en fırlama kardeşi gibi. 
Küçük Prens gibi ya da... 
Her seferinde aynı umutlarla can verip de büyüklerinin bu çocuk çok şımardı yine demesi gibi.
Yetkileri kısıtlanmış atanmış ama tutunamamış bilmem kaçıncı hükumetin başbakanı gibi. 
Ama tanıyıp bildiğim görüp işittiğim
En önemlisi iliklerime kadar hissettiğim en azimli, en inatçı şey. 
Bu bahar yine her sene ki gibi ilkbahar. 
Pastoral değil aman diyeyim… 
Bu çok daha ulvi bir güdü. 
Eğer ki mevsimler savaşsaydı
Mareşali olurdum ilkbaharın. 
Ya da bir din olsaydı ilkbahar, 
Misyoneri olurdum.

Mart .2017
Devamını Oku »

20 Mart 2020 Cuma

Yok

Madeni çağda
Medeni kişi
Adem'i yok
Havva'sı yok
Elması yok armudu yok
Mademi falan yok
Makamı kıdemi yok
Zoru kolayı yok
Doğrusu yanlışı yok
Kuralı kaidesi yok
Azı çoğu yok
Seni beni yok
Belli bir yolu yok
Bir başı ya da sonu yok
Bugünü yarını yok
Varlık sahasında uçan tek bir cisim yok
Yakınlarda bir yerde bir kara parçası yok
Kıyın yok
Kıyım yok
Kayın yok
Tutunacak bir dal yok
Ormanı geçtin tek bir ot bile yok
Gülü yok
Dikeni yok
Bir izahatı yok
Terazi üstünde ağırlığı yok
Kaldırma kuvveti yok
Bir çekim yok
Zaman yok
Akış yok
Alkış yok
Selam yok
His yok
Siki soku yok
Tadı tuzu yok
Çatalı bıçağı yok
Elle tutulur yanı yok
Duru yok
Yatı yok
Kalkı yok
Topu tüfeği yok
Yıkım yok
Kıyım yok
Kanat yok
Solungaç yok
Kolu bacağı yok
Majörü minörü yok
Açı toku yok
Kimi kimsesi yok
Canı yok
Önemi yok
Varı yok
Yok
Devamını Oku »

21 Mart 2019 Perşembe

Tuz

 Çok zaman önce çıkmış olduğu yolculuksa onu öyle bir noktaya getirmişti ki bildiği her şeyi tıpkı ne yapacağını bilmediği gibi bilmez olmuştu. Bulunduğu yörüngeyi bir türlü benimseyememiş ışığını bir türlü parlatamamış yıldızın sancısıydı bu. Ekoller, tabular, kurallar, kalıplar, duvarlar, mimikler, hisler, düşünceler, ideolojiler, kavramlar, çatışmalar, nasihatler… Hem artık istemiyordu da. Yüzmek için çaba göstermiyordu çırpınışları umursamıyordu. Birden zayıfladı. Kemikleri sayıldı. Suyun dayanılmaz gücünün karşısında hafifliğini hissetti. Kendini sulara bırakmış dalgalaraysa ne güveniyor ne de güvenmiyordu. Zaten tütünü de ıslanmış terliklerinden birini ilk çırpınışında ötekini biraz önce kaybetmiş sırılsıklam olmuştu. Güneş batmak üzereyken sıcak ışık düşük ısıya dönüşüyordu ve git gide üşüyordu. Kâğıttan yapılmış geminin hafifliği bu üşümeyle birlikte suyu çektikçe ağırlaşan bir hamura dönüşüyordu. Güverteden sızan ilk suyla batmaya başladı. Sıcak ışık soğudu hamur tuz oldu. Su tuzunu arttırdı. Uyandı.
Devamını Oku »

27 Eylül 2018 Perşembe

Umdu

 Öyle bir uykudan uyanmıştı ki, sanki üzerinden aylar hatta yıllar geçmişti. O sabah yeni birine, kendinden çok, bir başkasına uyanmıştı. Artık anımsamıyor, hissedemiyordu. Koskoca bir buz kütlesinin içinde bir anda çözülüvermişti ve o süre zarfınca günler birbirini kovalamış; herkes, her şey kaçabilmiş, yalnız o yakalanmıştı. Kendini kovalamış ve de yakalamıştı. Sonunda sigarasını yaktı. Artık uyanıktı ve bildiği tek gerçeklik hiçbir şeyin eskisi kadar canlı olmadığı ve olamayacağıydı. Yeltendi, çatlamış dudaklarının suya olan ihtiyacı kritik bir eşikteydi fakat bedeninin alt kısmında tek bir hareket dahi yoktu. Bir an bile endişe duymadı, içten içe durumun farkındaymış gibi en küçük bir duygu değişimine bile uğramadı. Umdu. Gözlerini yumdu ve umudunu tekrar umdu.
Devamını Oku »

8 Mart 2017 Çarşamba

Tütün

 Peşindekilerden kurtulmak için girdiği sokakta bir anda durdu ve neden kaçtığını anımsamak istedi. Bu öyle bonkörce bir zaman harcamaydı ki sanki peşinden koşanlar onu yakalamak için koşmuyorlar, emekliyorlardı. Şansı yaver gitmiş olsa gerek ki peşindekiler piyasada yoklardı. Usulca sırtını sokak lambasına yasladı ve karşısında duran beton yığınını anlamlandırmaya çalıştı. Kapı denilen pencere denilen balkon denilen şeylerden oluşuyordu bu yapı ve o sanki bunların hiçbirinin anlamını bilmiyor gibiydi. Zaman kavramını da anlamlandıramıyor ve haliyle saatin kaç olduğunu da kestiremiyordu, hem saat de neydi ki? O anda tek derdi birbirlerine paralel uzanmakta olan sanki bitişiklermiş de milyonlarca yıl sonra birbirinden uzaklaşmış kıtalar gibi milim milim ayrılmış olan beton kütleleriydi. Dayanamadı, sokak lambasından ayrılışı da pek ani olmadı. Bir eli cebinde öteki eli beton yapıların kaskatı duvarlarına sürter halde, yürümekle sürünmek arasındaki bir hızla ilerlemeye başladı. Tam da Asya'yı Avrupa'ya bağlayan boşluğa geldiğinde zaman kavramı bir mana kazanır gibi oldu ve akışın tek yönlülüğüne isyan edercesine kafasını iki beton kütlenin arasına soktu ve kıtalar milim milim ayrılmaktansa birleşmeyi tercih ettiler, yüzünde oluşan baskı onu bir kağıt gibi dümdüz yapacakken uyandı masanın üstünde uyuyakalmıştı. Sigarasını sardı, artık sabahtı.
Devamını Oku »

23 Şubat 2017 Perşembe

Başlangıç

 Sokaktan gelen seslere uyandı, hoş şu sıra içindeki seslere bile uyanmaktaydı... Merak duymadı, sanki oturduğu yerde her gece insanlar birbirlerini boğazlarmışçasına, umursamadı. Elini boşluğa uzatıp kısa bir çaba sarf ettikten sonra başucundaki lambayı buldu ve gözlerini kıstı, hassasiyeti tüm vücudu tarafından kabullenilmiş olduğundan ışığın gözlerini yormasına müsamaha gösteremezdi. Yavaşça doğruldu ama öyle yavaşçaydı ki bu doğruluş, neredeyse bir rüya daha olduğunu sandı bunun. Terliklerinin ayağına geçmesini bekledi gözlerini bir an olsun açmadan ve sonunda böyle bir şeyin olmayacağını fark etmesi de, haliyle, pek kısa sürmedi. O kadar tembelleşmişti ki uyumak bir dert, uyanmaksa ayrı bir dertti onun için. Terlikleriyle kavuşan ayakları sonunda biraz da olsa yaşam belirtisi göstermiş olacaktı ki ayağa kalktı. Seslerin devam etmesi onu daha da sakinleştirmiş gibiydi ve kapıya yöneldi. Antrede, askılıkta duran paltosunun cebinden güç bela tütününü buldu ve son gücüyle masaya yöneldi, sandalyeye oturdu.
 Şimdi ne olacaktı? Kafasındaki bulanıklığın dışında kalan tek şey buydu, sigarasını saramadan uyudu.
Devamını Oku »

29 Aralık 2016 Perşembe

Küçülmek

İnsan sadece büyümüyor
İnsan büyüdükçe attığı adımlar da büyüyor
Çektiği acılar falan...
Yaptığı hatalar büyüyor örneğin.
Ve çocuklar için özür dilemenin büyüklüğü,
İnsan büyüdükçe yerini affetmenin büyüklüğüne bırakıyor.
İnsan büyüdükçe özürler küçülüyor.
İnsan büyüdükçe büyümek küçülüyor...
Devamını Oku »

20 Aralık 2016 Salı

Trenta

İçinde yeşil olmayan ormanlardan geçtim,
Bir su damlası bile olmayan sulardan,
Pamuğa bile benzemeyen bulutlardan,
Merkez denilen şu meydandan,
Her gün bıkmadan, usanmadan,
Bomboş duraklardan,
Defalarca görüp defalarca da tanımadığım simaların hemen yanından,
Hem de kaldırımdaki çizgilere basmadan,
Kafamı bile kaldırmadan,
Yaklaşık yüz kırk iki katrilyon saniyelik bir gezegende,
Yine yaklaşık altı yüz elli milyon saniyelik bir yaşamdan geçtim.
RedKit “izleyip” büyüyen bir kuşaktan,
Şartların sadece elli kuruş farkla sunduğu artarak büyüyen dertlerin kampanyasından,
Ve onları daltonlara benzeten bir algıdan,
Tall’dan, grande’den, venti’den, trenta’dan,
Arama motorlarından öğrendiğim trenta’dan…
Ve yine bir bölüm sonunda RedKit’in yalnız ayrılması ile kasabadan,
Bizim City dedikleri o enteresan alan,
Ali Kırca’nın pos bıyıklarının fırlaması da cabası ekrandan…
Kendi ekseni etrafında dönen bir adamdan, kadından, falan ile filanın mükemmel uyumundan geçtim.
İçim içimden gelmiyor insanlar derken içimin içimden, benimse kendimden geçtiğim bir takım zamanlardan,
Bir kış günü tir tir titrerken bir sokak lambasının altında, havaya üflenen o dumanın tam da ortasından,
Bir divit ucunu daha sağlam tutmayı başaramadan,
Kendi ayaklarımın üzerinde ilk kez durabildiğim o eşsiz andan,
Ağzımdan çıkarttığım ilk laf salatasından,
Sarı vitamin şurubunun o mükemmel tadından geçtim.
Ve yemin olsun ki her anını çok sevdim.
Seveceğim de.
Ki onlar beni sevseler de,
Sevmeseler de…
Devamını Oku »

17 Kasım 2016 Perşembe

Tıraş

Hal böyle iken
Emekler daha emeklemeden düşmeyi öğrenmişken
Skorlar hanemize hep birkaç sayı eksik yazılırken
Ve vizemde de Küçük Prens çıkıyor olacakken
Durdum ve derin bir nefes çektim.
Sonra da uzattım sakallarımı ve kafamı kestim.
Devamını Oku »

8 Kasım 2016 Salı

Uluslararası Delirme Kuramı

Delilik, delililililik ve delilililililk birbirilerinden çok ayrı ve çok da bağlı kavramlardır ve de uluslararası arenalarda da örneklerine rastlanmaktadır.

1654 yılına dayanan ve deliliğin temellerini barındıran ve adeta deliliğin kutsalı olarak kabul edilen Uluslararası Delirme Kuramı’na göre delilere de bazı haklar ve de imtiyazlar tanınacaktı.

Örneğin günde 8 saatten fazla delirilmeyecekti ve de brüt delirme endeksi baz alındığında her bir deliye düşen gayri safi delirme hasılatı her delinin kafasına takacağı en azından üç çeşit huniyi karşılayacak olacaktı.

Haftada beş gün delirmek gerekiyordu ve de beş gün; gün başı 8 saatten, (40 dakika çarpı 60) saat kadar emek içeriyordu.

Özel tatilleri bile olacaktı delilerin.
Özel izinleri olacaktı…

Oturma izni, kalkma izni, yatma izni, kalkma izni, yeme izni, içme izni, yeme izni, yeme izni, içme izni, yeme izni, sıçma izni… Hatta, hatta doğum izni bile olacaktı delilerin. Doğum iznine sahip olacaktı deliler, doğurmak için yeni deliler.

Deliliklerini özgürce sunabilecekleri bir delirme alanı tahsis edilecek, her gün hoş görülecekler bazen boş görülecekler bazen canları ne isterse öyle görülecekler; istedikleri kadar yiyip ve de yemeyecekler ve istedikleri seste müzik dinleyecekler veyahut hiç dinlemeyeceklerdi…

En sonunda daha fazla delirmek ya da delirmemek de isteyeceklerdi mesela.

Kim deli kim deli değil en iyi onlar bilecekti !

Bunlarla da sınırlı değil, bin6yüzelli4 yılında birçok yenilik daha vardı akıllıcasına düşünülen, Örneğin Delilililililililili Sendikası adı altında bir spor kulübü kurulacaktı ve kulübün içinde bulunan takım kaptanları içinde bir seçim sistemi uygulanarak önce güneş sistemine bir muhtar, daha sonra Ankara’ya bir belediye başkanı, kulübe bir imam, okullara birer tane şef garson ve lokantalara birer başbakan atanacaktı.
Bütün bunların yanında bir de kıtalar arası delilik müsabakaları kurgulanmıştı. Her kıtayı temsilen 1001 deli atanacak sona kalan 1000 deli birinci olacaktı.
BİR-ALTI-BEŞ-DÖRT yılından sonra yıllar daha dolu geçebilecekken tüm bunlara engel teşkil eden tek şeyse yine delilik adı altında saklanan bir takım zümreler olmuştu. Sonunda onların da deliliği ispatlanmış bulundu…
Hunilere kafalarda özgürlük !

Dünya deliler günü imiş kutlu olsundu.
Devamını Oku »

1 Kasım 2016 Salı

İflas

İnsanın ilk iflası
Bilhassa ilk kez karşılaşması
Kurduğu şeylerin yıkımı ile
Bu yüzyılın renkli basılı ilk elem mecmuası.
İnsanın ilk düşmesi
Öğrenmesi bir kuşun süzülmeyi
Ama insanın ikinci düşüşü
Kanatlarının olmadığını fark etmesi imiş.
İnsanın ilk kez büyümesi
Küçük Prens'i 20 yaşında okuyup
Son sayfasında ağlaması imiş.
Devamını Oku »

25 Ekim 2016 Salı

Ben


Aslında fazla bir numaram yoktur benim.

Çay severim mesela.
Hem demlemesini de sanata eşdeğer tutmuşluğum bile vardır.
Çaydan çok da kahve severim.
Şekerle erken yaşlarda küsüştüğümüz için bu arkadaşlarla aramızda pek tatlı olmasa da samimi bir ilişki mevcut.

Sonra pek konuşur görünürüm ben.
Pek de şaşırtırım bundan dolayı insanları.
Pek de konuşurum aslına bakılırsa ama,
Pek anlatamam ben…

Öyle pek bir numaram da yoktur aslında.

Hiçbir filmde kahraman olamam mesela ben.
Çok üzülür, çok üzülmesini bilirim ancak.
Her kitap sonunda edebiyata küser,
Her film sonunda gider bir analog makinenin filmini yakarım.
Üzmemek için insan bile üzer,
Sonunda da yine ben beni bile bile üzmüş bulunurum.
Maaşının yarısına pipo alan birini bulsam kendim sanırım,
Müzisyene atılan ve emeğini karşılamaktan da çok uzak olan beş kuruş paranın cüzdanlardaki son para olduğunu sandığım gibi, atanı da kendim sanırım.

Ben küçükken, biz çok büyük gelirdi.
Ben, küçükken, biz yine çok büyük gelirdi.
Ben büyümek için yazılarımda çocukluğumu öldürürken bile çocuktum.
Ben çocukluğumu öldürürken bile biz çok büyüktü.

Vallahi de çok bir numaram yok insanlar…

İnsan güzel, çok güzelken insanlar çirkin gelir bana.
Ama hep de çirkin gidecek halleri yoktur ya…
Yoktur değil mi?

Çünkü biz umudu seçtik korkudansa.
Korkudansa umudu seçtik.

Biz hala çocukken ve “biz” hala koskocaman iken,
Korkudansa umudu…
Devamını Oku »

24 Ekim 2016 Pazartesi

Bihaber

Fecr-i ahbardan işittim bulunduğunu... 
Yıllardır tek bir izine rastlayamadığım 
ve de 
tek bir haberini bile alamadığım dürr-i canımın şebahının.
 Malumata binaen "Dün gece 05:30 sularında bulunan cesedin..." 
 Hısımları teşhise çağrıldıklarına tanıyamamış bulunmuşlar meftunu... 
En elem olanıysa zat-alileri bana dahi tanıdık gelmemiş idi. 
Bizim tanış olduğumuz zamanlarda uyuyor olurdu geceleyin, ölmektense... 
Sadece cebinden çıkan birkaç kırık leblebi ile bilyesi ele vermişti kendilerini...
 Aslında kayboluşundan çok daha evvel zamanlarda uzaklaştık birbirimizden. 
Gözden ırak olan ömürden de ırak olurmuş meğer... 
Belki de bu idi onu kaybolup ölmeye iten...
Çocukluğum, ağabeyler...
 Çocukluğum dün gece 05:30 sularında ölü bulundu...
 Yıllar önce kaybolup,
 Dün gece ölü bulundu...
Devamını Oku »

10 Ekim 2016 Pazartesi

Eyvallah

Saat on dört dakika kadar geçmiş bulunuyordu yeni günü.
Daha biri, ikiyi, üçü hatta ve hatta dördü geçeceklerdi.
Saatler.
Saatler yirmi dörde ayrılıyordu.
Her saat de kendi içinde altmışar dakikaya ve dakikalar da daha fazla sıkıntıya, sıkıntılara…
Ve on beş dakika daha geçmiş bulunurken saat yeni günü, biri de çıkıp dedi ki, insanlar…
İnsanlar ikiyi ayrılıyor. Saatler gibi olmasa da kendi sıkıntılarını barındırıyor.
İnsanatlar sekize, evin odaları ikiye, sevgililer başka sevgililere ayrılıyor.
Ben de pek severim ayrıştırmayı bir şeyleri,
Her cıvatanın yerini tanıya tanıya ama ben birleştirirdim onları en azından öyle sanırdım.
Peki bu saatler?
Nerede birleşiyorlar.
Peki bu insanlar…
Toprak mı oluveriyorlar yeniden?
Su mu oluyorlar?
Çamurdan mı yapmışlar bizi?
Testiler kaça ayrılmaktaydı?
Selim, Ölüm…
Birleştiriyor mu biz insancıkları yoksa o da mı ayırıyor milyon parçaya?
Ben,
Ben sanırım insan değilim.
Çünkü ayrılıklardan hoşnut falan değilim.
Devamını Oku »

6 Ekim 2016 Perşembe

Yolumuz Çocuklar

Yolumuz uzun çocuklar.
Günlerimiz var, yaşanacaklar.
Birkaç adım var atılacak,
Birkaç tütünümüz var sarılacak.
Aydınlatılması gereken birkaç mazimiz var,
Ateşiyle birlikte yakılacak mektupların.
Daha anlarımız var çocuklar...
Daha anılarımız olacak.
Oturup derin derin düşünülecek.
Birkaç tane hüzün de olacak tabii olarak.
Rakı kadehleriyle birlikte dolarak.
Daha henüz bitmemişken şarabımız kadehlerden birkaç tek daha atılacak.
Ama hep ayık kalınacak.
Belki birkaç da kayık vardır anakara'dan kiralanacak.
Yolumuz uzun çocuklar, yolumuz uzun ve yer yer karanlık da olacak.
Belki kolay belki de zor olacak.
Ölüm de var çocuklar,
Selim pek de çekici olmayacak.
Ama hep ayık kalınacak.
Hep ayık kalınacak...
Devamını Oku »

20 Eylül 2016 Salı

Gün

Gün
Günebakan çiçeklerinden
Bir sonbahar ayazının getirdiği 
Hüzünden
Sofradaki son aştan
Yitip giden onca baştan
Ve daha nicelerinden
Niceliklerini tutup
Uzaklaşan niteliklerden
Ya da her atılan başlıktan
Bıkmadan 
Hatta eş değeri olan
Usanmadan 
Veyahut bir zaman sonra da
 Yılmadan
Daima
Umut taşır geceye.
                                                                       
Devamını Oku »

15 Eylül 2016 Perşembe

Vira

 Bulutlara bir umut atılan kementler
 Beraberinde yalnız yağmurlar getirdiler
 Bereketmiş denildi
 Biz küçükler inandık
 Balıklar gibi boğulup
 Sellere karşı koyulduk
 Sonra
 Ne oltalar rasgeldi
 Ne de kursaklar bulundu
 Heves doldurulacak
 Tek hissedilense
 Bir balıkçının düğümüdür boğazlarda
 Yutkunup da yutulamayan
 Hıçkırıp da tutulamayan
Devamını Oku »

9 Ağustos 2016 Salı

Ne Yapmalı?

 ” Ne yapmalı? Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, kokusuz varlıkla yetinmeli mi; yoksa, başkalarından farklı olan, başkalarının istediğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi? En basit sorunların çözümünde bile bocalayan bu sözde devrimci gölgeyi, hiç düzeltmeden, biraz olsun çekidüzen vermeden, amaç edindiğimiz ülküleri gerçekleştirmek için hemen kavganın ortasına atıverelim mi? Kendini yönetmeyi beceremeyen kişileri, toplumları yönetmek, onlara yeni yollar göstermek için hemen başa geçirelim mi? Yoksa, toplu eylemlerde kütlelerin başına bela olan zayıf kişilikleri önce sert ve sıkı bir sınavdan mı geçirmeli?

  Ben kendimi yeterli görmüyorum. Ne için yeterli? Her şey için. Topluluğun eylemine engel olabilecek sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek sorunlarımı çözmeden, onu güdebilecek güçte olmadığımı seziyorum. Başkalarına söyleyecek bir sözüm olabilmesi için önce kendime söz geçirmem gerektiğine inanıyorum. Bana bugün, ne yapmalı? diye soracak olurlarsa, ancak, önce kendini düzeltmelisin, diyebilirim. Bir temel ilkeden yola çıkmak gerekirse, bu temel ilke ancak şu olabilir: kendini çözemeyen kişi kendi dışında hiçbir sorunu çözemez.

  Ne yapmalı? Bu soruya hemen bir karşılık bulmak istenirse, elbette salt aklın verisiyle, ya da oradan buradan derlenmiş bir iki düşüncenin bileşimiyle bazı geçici çareler ortaya atılabilir. İnsan, ilk bakışta bu geçici çarelerin kendi buluşu olduğunu sanabilir. Oysa, örneğin, salt aklın verisi diye nitelendirilen kavramın biraz incelenmesi, bunun çoğunlukla toplumun etkisiyle elde edilen kalıplar olduğunu gösterecektir. Salt aklın verileri, insanı, gevşetmeye fırsat vermeyen amansız bir çalışmanın zorunluluğuna itebilir. Oblomovluk ve eğlence düşkünlüğü, dünyada eşi görülmemiş bir baskıyla yok edilmek istenebilir. Bütün kişisel bunalımlar, ucuz yaşantılara dönüşle ilgili bütün buhranlar, birer birer sindirilmek istenebilir. Herkes zaaflarını gizleyerek yalnız güçlerini ortaya koyar. İşte, görünüşte, toplumsal eylemi geliştirmek, ileriye götürmek için salt akılla bulunduğu sanılan ve her çeşit eylem için kaçınılmaz ilkeler olarak ortaya atılan bu temel davranışlarda bile, kişinin ve çürümüş toplumun değiştirmek istemedikleri öz varlıklarını bilinçsizce koruma isteminin gizli baskılarını arayacaksın! Bilimsel bir kuşkuyla önce bütün zaaflarını çekinmeden ortaya atacaksın! Olmadık bir yerde ortaya çıkmalarını önleyecek ve toplumsal eylemdeki ortaklarını umutsuzluğa düşürmekten böylece kurtulacaksın.

  Karşılıklı güven ve dayanışma ancak böyle bir sorunun varlığını duyduktan sonra söz konusu olabilir. Fakat, bütün bu sorunlarını yalnız başına çözeceksin. Bunalımlarını, komplekslerini ve buhranlarını birlikte çalışacağın insanlara iletmeyeceksin. Kurulacak örgütü bir düşkünler evine çevirmeye kimsenin hakkı yoktur. Birleşecek kişiler önce birleşecek güçte olmalıdırlar; önce bu duruma gelmelidirler. Onlar, yeni düzenler kurmak ve ilerlemek için birleşeceklerdir; körle kötürümün yoldaşlığı gibi bir iş için değil! Kendi sorunlarını çözemeyen bir kişinin, kusurlarının acısını başkalarına çektirmeye hakkı yoktur.

  Yalnız, kişisel sorunları tek başına çözme eylemini de gereksiz bir aşırılığa götürmemelidir insan. Büyük örgütlerin kurulmasından önce, küçük örgütler oluşurken kişi, çevresinden kendini bütünüyle soyutlamayacaktır; kişisel sorunlarını çözerken başkalarından da bir bakıma yararlanacaktır. Yani, bazı insanlarla genel ilişkiler kuracak onlarla birleşecektir. Ne var ki bu birleşme büyük örgütlerden farklı bir biçimde olacaktır. Böylece küçük bir çekirdeğin aşağıdaki ayırıcı özellikleri belirecektir:

1- Birleşenlerin sayısı az olacaktır.

2- Bu topluluk, genişlemeyi amaç edinmeyecektir. (Kendiliğinden bir artma olursa, bu artış da engellenmeyecektir.)

3- Kişiler bu birliğe zaaflarını ve güçlerini koyarak gireceklerdir. (Zaaf konusunda aşırılığa kapılmamak gerekir.)

4- Kişiler, en küçük ayrıntılara kadar anlaşılabilecek insanlar olmalıdır. (Yani, büyük karakter farkları göstermeyen ve yakın bir ilişki kurabilecek kadar birbirini seven ve birbirine güvenen kişiler bir araya gelmelidir.)

5- O güne kadarki gelişmeleriyle nitelikleri bakımından birbirlerine yakın olan insanlar böyle bir eyleme girmelidir. (Büyük örgütlerde zorunlu bir sınıflama olacağından bu şart yalnız küçük birliklerin özelliğidir.)

  Bu özellikler, küçük topluluğumuzdaki ilişkilerin sıkı ve karmaşık bir biçimde oluşacağını göstermektedir. Burada kişi kendini ve topluluğu aynı anda geliştirecektir. Birlikte gelişmeyi sağlamak için her toplulukta ve ortak eylemde gerekli gördüğüm şartları şöyle özetleyebilirim:

1- Her birey, bütün toplu çalışmalara aynı oranda katılmalıdır.

2- Bireyler, birbirinin iyi niyeti ve gücünden kuşku duymamalıdır.

3- Her birey kendi ilerlemesi kadar karşısındakinin gelişmesinden de sorumlu olmalıdır. (Yani, zincirleme bir sorumluluk ilkesi benimsenmelidir.)

  Bu topluluğun gelişmesinde en önemli etkenlerden biri belki de en önemlisi bireyin, toplu eylem dışındaki yaşantısını nasıl düzenleyeceğidir. Bu yaşantıyı da ikiye ayırabiliriz:

1- Bireyin, temel ülküsü dışındaki yaşantısı.

2- Toplu çalışmalar için gerekli oluşumu kazanmak amacıyla sürdüreceği yaşantı.

1- Temel ülkü dışında, yani ekmek kavgası için tutulacak yol:
Ekmeğini kazanırken bireyin yapacağı işler, onu bazı ilişkiler kurmak zorunda bırakacaktır. Bu ilişkilerde, işinin dışında devam edecek herhangi bir eylemden kaçınmalıdır birey. İş arkadaşlarıyla gerçek bir dostluk kurmaktan kesinlikle sakınmalıdır. Yalnız, bunu yaparken, çevreyle ilişkilerini aksatmayacak; bu geçici arkadaşlarında, kendisine karşı dargınlık, kuşku ve kızgınlık yaratmamaya çalışacaktır. Çevresindeki kişilerin düşmanlığını kazanmadan ölçülü bir yakınlık kurmalıdır onlarla.
Birey, en basit ihtiyaçlarını gidermekte elbette bağımsızdır, fakat, aşırı tutkuların -kumar, içki ve fazla eğlence gibi- bir yana bırakılması ve bunların bir alışkanlık olmaktan çıkarılması gereklidir. Bu çeşit tutkular, özellikle umutsuz günlerde bireyin yakasını bırakmaz: umutlu günlerde kurtulmalıdır birey onlardan.

2- Toplu çalışmalar için tek başına yapılacak çalışmalar:
Bireyin tek başına kaldığı zaman kendisini oluşturmak için yapacağı çalışmalar, ne yapmalı sorununun önemli bir bölümüdür. Kendi değerini eksiksiz bilen ve her an bu değeri, yeni şartların ışığında eleştirebilen bir kişi ne yapmalı, ne yapmalı diye bocalamaz. Düzenli bir çalışma düzeyine girebilmek için üç temel sorunu çözümlemek gerekir:

a) Kendini iyi tanımak

  İnsan en çok kendiyle ilgilenir; ama bu ilgi bir yönteme dayanmaz ve kendini tanıma sorunu bilimsel bir yolla çözümlenmezse sonsuz bunalımlar karanlığına düşer birey. Değerini tam bilmeyen kişi, gereksiz yakınmalarla gün geçtikçe daha da bozulur ve çürüyüp gider. Kişisel değeri büyütmek de küçültmek de aynı derecede zararlıdır. Yola çıkmadan önce altından kalkamayacakları bir yükün altına girenler daha işin başında ezilip kaybolurlar; gerçek değerinin çok azını ortaya koyanlar da kısa zamanda tembelleşip bir işe yaramazlar.

  Kendini tanıma sorununun çözümünde, Descartes’ın bilime uyguladığı kuşkuculuğu kullanabiliriz. Bütün değerlerimizi önce yok sayarak işe başlamalıyız. Kişisel değer saydığımız şeylerin, toplumun baskısıyla edinilmiş sahte nitelikler olabileceğini de hiçbir zaman akıldan çıkarmamalıyız. Örneğin, soyut ahlak kavramlarını ele alalım. Namus, iyilik, iş ahlâkı gibi her toplumun temel dayanakları sayılan kavramlar vardır. Bu kavramların her toplum için aynı olduğu ve bunlarla ilgili kurallara her toplumda uyulması gerektiği belirtilmiştir bizlere. Biz, ancak kendi özlediğimiz toplumda uymalıyız bu kurallara. Onlar ise, şartlar ne olursa olsun toplumu ayakta tutmak için bizi soyut kavramlarla uyutmaya çalışırlar. Ben, sadece namuslu olmakla övünen kişiyi adamdan saymıyorum; toplumu iyiye, güzele götürmek için kendi gibi namuslu insanlarla birlikte bir çaba harcamamışsa, çevresindeki uygunsuz gidişe başkaldırmamışsa, o kişi namussuzdur benim için. Benim de değerlerimin arasına bu çeşit nitelikler karışmışsa atmalıyım onları; onlarla övünmemeliyim. Bu nitelikler, amacımı gerçekleştirirken bana zararlı bile olabilir. Gerekirse bir ülkü uğruna hırsızlık da yapmaz mı insan? Kendi aramızdaki ilişkilerde ahlâklı olmamalı demek istemiyorum; bize bu çeşit iftiralar atılmamalı. Fakat onların düzenini korumak için gerekli olan böyle sahte değerlere de hiç önem vermeyelim.

b) Kendini eleştirmek

  Bu deyimle Batılıların “otokritik” dediği soruna eğilmek istiyorum. Yukarıda söylediklerim bir otokritik sayılabilirse de ben otokritiği daha çok bir eylem için varsayıyorum. Bir eylemden sonra, o eylemin birey açısından değerlendirilmesidir otokritik, diyorum. Kendini eleştirmenin, kendinden yakınma çerçevesinden de çıkması gereklidir diye düşünüyorum.

c) Dış etkenlerin uyutucu durgunluğuna kapılmamak

  Ülkemiz, bugün için durgun bir toplum düzeni içindedir ve insanı toplumsal çalışmalara itecek bir dış etkenin yok olduğu söylenebilir. Peki ne yapalım o halde? Olayların bizi hazırlıksız yakalamasına fırsat mı verelim? Yoksa tehlikesiz çalışmalarla o zamana kadar kendimizi avutalım mı? Bence hemen köklü bir çalışma dönemine girelim. Ben de bu satırları yazar yazmaz söylediklerimi uygulamaya girişeceğim hemen. Daha fazla oyalanmayayım. Müsaadenizle. “

-Oğuz Atay, Tutunamayanlar
Devamını Oku »

2 Ağustos 2016 Salı

Tutankamon Ağlamaz


          Ağlar efendim…
          En çok da o ağlamalı.

 Kendidüşengiller familyasına mensup her birey adına Tutankamon da tıpkı soydaşları gibi hor görülmekte olup asırlar boyunca “ağlamamak” adına verdiği bu savaşı ne yazık ki bildiğimiz kadarıyla hala sürdürmeye çabalamaktaydı.

 Kenditutmuşbulunmuşgillerin en bilindik siması olan kahramanımız Tutankamon ve de neferleri hala yeni nesilleri etkisi altına almakta olan basmakalıp birtakım iddialara emsal teşkil edilmekten fazlası ile bunalmış olup çok sevgili insanatlarımıza ulaşabilmeyi güç bela da olsa başarmışlardır. Bizleri bu değerli vazifeye layık gördükleri için kendilerine şükranlarımızı sunmayı borç bilmekteyiz…

 KDTT’nin yani Kendi Düşen veya Tutangiller Topluluğu’nun merkez üssümüze ulaştırmış olduğu yazıyı günümüz Türkçesine uyarlamak adına birkaç eski kelimenin değişikliği ve de anlam bütünlüğünü korumak adına birkaç cümlenin sırasının değiştirilmesi dışında hiçbir değişikliğe mahal vermeden bu güzel yayınlamaktan kıvanç ve de şeref duymaktayız.

 KDTT’nin sözücüsü ve de fahri başkanı olan saygıdeğer Tutankamon’nun kaleminden çıkan bildiriyi aynen aktarıyoruz:

” Sevgili insanat kardeşlerim ve de çok değerli kendidüşen ya da tutangiller !
Yaklaşık olarak otuz beş asırlık ömrü hayatım boyunca tecrübeyle sınadığım hakikatler doğrultusunda şunu gönül rahatlığıyla belirtmeliyim ki Uluslararası Ağlamayı Hak Etme Kurumu da dahil olmak üzere kendi düşenlerin ağlamaması gerektiği konusundaki hükümlerin tüm yasalarca sağlanmış olan meşruiyeti artık söz konusu değildir.

 Onlar ki bir şekilde kendilerini mahcup etmiş bulunup başkaları tarafındansa ağlamamaya mahkum edilmiş güzelim insanlarımızdır. Onlar ki dış etmenlere kızıp küfür bile edemeyecek noktada olanlar, onlar ki kendilerini düşürüp ağlayamayanlar…

Ağlar efendim…
En çok da kendi düşen ağlar…
Ben ki tutmuşbulunmuşgillerin en büyüğü olan Tutankamon…
Ben ki kendi mahkumiyetimi kendim sağlayan,
Başkalarınca da bir türlü ağlayamayan Tutankamon…
Ben de ağlarım.
Ve sizler de ağlayınız…
Ağlayınız ki anlatınız…
Ağlayınız ki bilsinler…
Ağlayınız ki anlasınlar…
Anlasınlar düşüşlerin en derin boyutunun kendi kendini düşürmek olduğunu…
Anlasınlar ki günün birinde onlar da düştüklerinde ağlayabilecek olsunlar… “

Tutankamon da Ağlar
Devamını Oku »

16 Temmuz 2014 Çarşamba

Aşk Nedir Sorusu Üzerine

Kökeni üzerine 2 farklı ihtimali barındıran bu ağabeymiz (bkz:aşk) ya Arapça’da sarmaşık manasına gelen “aşeka” kelimesinden yahut Farsça bir kelime olan ve istemek manasına tekabül eden “işka/işk” kelimesinden türemiş olup asırlardır en temel besin kaynağı olarak best seller raflarının en üstünde yerini muhafaza ve müdafaa etmektedir.


Bu gelmiş geçmiş en evrensel olan kavram aynı zamanda da gelmiş geçmiş en bireysel kavram olmabaşarısını göstermekte olup yöre yöre farklı özellikler göstermektedir.


3 tarafı denizlerle çevrili olan coğrafyamızın yüksek kısımlarda iç ısıtan bir sonbahar ayazı, kıyı kesimlerinde ilik titreten bir meltem rüzgarı, ormanlık alanlarında ise hidrojen ve oksijeni ayırabilen en değerli madenimizdir.


Birçok dinin çıkış noktası olan AŞK yıllarca nice ilime irfan, nice yaraya derman, nice insana da ferman olmuştur. Çok sayıda babayiğit öğütmüş, yüce dağları tahrip etmiş, balya balya meczup yetiştirmiştir.


Kimi zaman bir duada,


Kimi zaman bir notada,


Kimi zaman bir fırça darbesinde,


Kimi zaman bir tiyatro sahnesinde,


Kimi zaman bir reaksiyonda,


Kimi zaman bir darağacında,


Kimi zaman bir manifestoda,


Kimi zaman yerde,


Kimi zaman gökte görülmüştür.


Canlılarsa ancak ve ancak onun peşinde görülebilmişlerdir.


Victor Hugo’da da görüldüğü olmuştur Mevlana’da da,


Newton’da da görüldüğü olmuştur Yunus’da da,


Shakespeare’de de görüldüğü olmuştur sevgili ağabeyim bunu okuyan sende de..


Victor Hugo’da aşk bir deniz kadın da onun kıyısı olarak ortaya çıkmış,


Mevlana’da da durum ondan farklı olmamış aşk onda da engin, ucu bucağı olmayan bir deniz olarak


ortaya çıkmıştır.


Newton’a göre ise aşk sadece bir köprü kurmak imiş ve hatta insanlar sürekli duvar ördükleri için yalnız


kalırlarmış.


Yunus’a göre aşk çok derin,


Shakespeare’e göre ise aşk gözle görülemeyecek kadar yoğundur ve ancak ruhla görülebilir.


Bunca adamı yazdı sonra da konuşacak, kendini ne sanıyor ki bu?


Aşk Zeki Müren’in İnleyen Nameler’idir


Aşk Neşet Ertaş’ın buram buram Anadolu kokan bozlaklarıdır


Aşk Genco Erkal’ın sesinden Nazım Hikmet’i puslu gözlerle yaşamaktır


Aşk her sabah içilen demli bir çay kadar kırmızı ve her gece içilen okkalı bir kahve kadar ağırdır


Aşk annedir


Aşk babadır


Aşk kardeştir


Aşk arkadaştır


Aşk enstrümandır


Aşk ölenin arkasıdır ve ölecek olanın yaşadığı süre kadar kıymetlidir


Aşk küçücük serçe parmağının senin imanını gevretmesidir


Aşk ! Yine aşk sarhoş olamayacak kadar düşünceli olmaktır


Aşk ramazan pidesidir arkadaşım


Aşk mahalleden geçen böcek ilacı arabasıdır


Aşk bir film sahnesini aklından atamamandır


Aşk bir şarkının sözlerini “ana! yeni anladım!”dır


Aşk menemendir öğrenci evinde


Aşk mahalle kıraathanesi kadar pasaklı ama en güzel çayın orada yapıldığı yerdir


Aşk yeni aldığın ayakkabındır


Aşk saman kağıttır, saman !


Aşk annenin kızlık soyadıdır


Yazı yazdığın defterindir aşk


Aşk ilk öptüğün ve son öpeceğin kızdır


Aşk her bir zerresini sevmektir bir varlığın


Aşk buram buram kekik kokusudur


Aşk buram buram anason kokusudur


Aşk buram buram tezek kokusudur


Aşk karnı aç 3 yaşındaki çoçuktur


Aşk Soma’dır..


Aşk vatan toprağıdır


Aşk yitip gidenlerdir yine o aşk yitip gidenlerin ışıklarıdır


Aşk düşüncedir


Aşk düşünebilmektir


Aşk düşündürebilmektir


Aşk insandır


Aşk insanımızdır


Aşk bitmeyendir ve bitmeyecek olandır


Ve aşk arkadaşım bana göre yaşamaktır…


16.07.2014


Devamını Oku »