8 Mart 2017 Çarşamba

Tütün

 Peşindekilerden kurtulmak için girdiği sokakta bir anda durdu ve neden kaçtığını anımsamak istedi. Bu öyle bonkörce bir zaman harcamaydı ki sanki peşinden koşanlar onu yakalamak için koşmuyorlar, emekliyorlardı. Şansı yaver gitmiş olsa gerek ki peşindekiler piyasada yoklardı. Usulca sırtını sokak lambasına yasladı ve karşısında duran beton yığınını anlamlandırmaya çalıştı. Kapı denilen pencere denilen balkon denilen şeylerden oluşuyordu bu yapı ve o sanki bunların hiçbirinin anlamını bilmiyor gibiydi. Zaman kavramını da anlamlandıramıyor ve haliyle saatin kaç olduğunu da kestiremiyordu, hem saat de neydi ki? O anda tek derdi birbirlerine paralel uzanmakta olan sanki bitişiklermiş de milyonlarca yıl sonra birbirinden uzaklaşmış kıtalar gibi milim milim ayrılmış olan beton kütleleriydi. Dayanamadı, sokak lambasından ayrılışı da pek ani olmadı. Bir eli cebinde öteki eli beton yapıların kaskatı duvarlarına sürter halde, yürümekle sürünmek arasındaki bir hızla ilerlemeye başladı. Tam da Asya'yı Avrupa'ya bağlayan boşluğa geldiğinde zaman kavramı bir mana kazanır gibi oldu ve akışın tek yönlülüğüne isyan edercesine kafasını iki beton kütlenin arasına soktu ve kıtalar milim milim ayrılmaktansa birleşmeyi tercih ettiler, yüzünde oluşan baskı onu bir kağıt gibi dümdüz yapacakken uyandı masanın üstünde uyuyakalmıştı. Sigarasını sardı, artık sabahtı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder