20 Aralık 2016 Salı

Trenta

İçinde yeşil olmayan ormanlardan geçtim,
Bir su damlası bile olmayan sulardan,
Pamuğa bile benzemeyen bulutlardan,
Merkez denilen şu meydandan,
Her gün bıkmadan, usanmadan,
Bomboş duraklardan,
Defalarca görüp defalarca da tanımadığım simaların hemen yanından,
Hem de kaldırımdaki çizgilere basmadan,
Kafamı bile kaldırmadan,
Yaklaşık yüz kırk iki katrilyon saniyelik bir gezegende,
Yine yaklaşık altı yüz elli milyon saniyelik bir yaşamdan geçtim.
RedKit “izleyip” büyüyen bir kuşaktan,
Şartların sadece elli kuruş farkla sunduğu artarak büyüyen dertlerin kampanyasından,
Ve onları daltonlara benzeten bir algıdan,
Tall’dan, grande’den, venti’den, trenta’dan,
Arama motorlarından öğrendiğim trenta’dan…
Ve yine bir bölüm sonunda RedKit’in yalnız ayrılması ile kasabadan,
Bizim City dedikleri o enteresan alan,
Ali Kırca’nın pos bıyıklarının fırlaması da cabası ekrandan…
Kendi ekseni etrafında dönen bir adamdan, kadından, falan ile filanın mükemmel uyumundan geçtim.
İçim içimden gelmiyor insanlar derken içimin içimden, benimse kendimden geçtiğim bir takım zamanlardan,
Bir kış günü tir tir titrerken bir sokak lambasının altında, havaya üflenen o dumanın tam da ortasından,
Bir divit ucunu daha sağlam tutmayı başaramadan,
Kendi ayaklarımın üzerinde ilk kez durabildiğim o eşsiz andan,
Ağzımdan çıkarttığım ilk laf salatasından,
Sarı vitamin şurubunun o mükemmel tadından geçtim.
Ve yemin olsun ki her anını çok sevdim.
Seveceğim de.
Ki onlar beni sevseler de,
Sevmeseler de…

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder